14. YÜZYIL ANADOLU'SU
Bir Faslı Seyyahın Anadolu Ziyareti
İbn Battûta, 14. yüzyılın en büyük seyyahlarından biridir. Fas'ın Tanca şehrinden yola çıkan bu meraklı gezgin, 30 yıl süren seyahatlerinde Kuzey Afrika’dan Çin’e, Endülüs’ten Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyayı adım adım gezmiştir. Ancak onun "er-Rihle" adıyla bilinen seyahatnamesinin en dikkat çekici bölümlerinden biri şüphesiz Anadolu'ya dair gözlemleridir.
1330’ların Anadolu’su, beylikler dönemini yaşamaktadır. Selçuklu otoritesinin zayıfladığı, İlhanlı etkisinin sürdüğü ama Osmanlı gibi yeni güçlerin yükselmeye başladığı bir dönemdir. İşte bu dönemde Anadolu’ya gelen İbn Battûta, şehirlerde yaşayan sıradan insanları, kadınları, esnafı, sufileri ve yöneticileri de gözlemleme fırsatı bulmuştur. Onun gözlemleri bugünkü tarih yazımı için eşsizdir.
İbn Battûta’nın seyahatnamesinde Anadolu’nun siyasi yapısına dair pek çok ipucu vardır. Seyyahın gözlemlerine göre bu topraklar çeşitli beyliklerin hâkimiyeti altındadır. Bu beylikler arasında Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Eretnaoğulları, Çobanoğulları ve Osmanlılar sayılabilir.
“Erzurum ve Erzincan’da birbirleriyle çarpışan Türkmen kabilelerine rastladım. Her birinin bağımsız bir başı, kendi mührü, kendine has hukuku vardı.”
İbn Battûta'nın Osmanlıları diğer beyliklere göre daha düzenli ve itibarlı görmesi dikkat çekicidir:
“Osmanlılar, komşu beylikler arasında en saygın olanıdır. Yolları emindir, tüccar korkusuzca seyahat eder.”
---
Alanya’dan başlayarak Antalya, Isparta, Eğirdir, Denizli, Muğla, Milas, Konya, Kayseri, Erzurum, Manisa, Bursa ve Sinop gibi pek çok Anadolu şehrini ziyaret etmiştir. Bu şehirlerde günlük yaşam hakkında şu detaylar öne çıkar:
Pazar yerleri oldukça canlıdır.
Konukseverlik olağanüstüdür.
Sufilik ve tekkeler yaygındır.
Ahilik teşkilatı şehir hayatının merkezindedir.
Özellikle “konukseverlik” vurgusu dikkat çekicidir:
“Türkler o kadar cömerttir ki, bir eve misafir olduğunuzda size kendi evlatlarından üstün davranırlar. Sofralarında her türlü yemek bulunur.”
Ahilik, Anadolu şehir hayatının omurgası gibidir. Zanaatkârlar arasında sosyal dayanışma kuran bu teşkilat, aynı zamanda dini-ahlaki bir terbiye kurumudur.
“Her şehirde beni karşılayan ilk kişiler Ahiler oldu. Bana elbise giydirir, yedirip içirir, yolculuğum için azık verirlerdi. Onların misafirperverliği dillere destandır.”
Ahilik teşkilatının, Arap dünyasındaki "fityan" geleneğiyle karşılaştırılması ve bu bağlamda tasavvufi yönlerinin de ele alınması, dönemin ruhunu anlamak açısından önemlidir.
İbn Battûta’nın gözlemlerinde kadınların sosyal hayat içindeki yerinden de bahsedilir. Kadınlar, özellikle dini-tasavvufi toplantılarda ve bayramlarda daha görünürdür. Ancak Anadolu toplumunda kadınların sosyal hayattaki görünürlüğü sınırlıdır.
“Bazı evlerde kadınlar erkeklere hizmet ederken yüzlerini örtmüyorlardı. Bu bana garip geldi.”
Ayrıca mezar geleneklerinden bayram giyimine kadar pek çok sosyal uygulama detaylandırılmıştır:
Mudurnu’da mezarlara ahşap çatı yapılır, uzaktan ev gibi görünürdü.”
Anadolu’da Hanefî mezhebinin yaygın olduğunu vurgulayan İbn Battûta, tekkelerdeki dini hayatı da ayrıntılı biçimde anlatır. Mevlana’nın ismini “şair şeyh” olarak zikreder. Tasavvuf erbabına duyduğu hayranlık, satırlarına da yansımaktadır.
---
İbn Battûta’nın Anadolu yolculuğu, bugünkü Alanya ile başlar. Bu şehir, 14. yüzyılda Akdeniz’in önemli bir limanıdır. Seyyah buraya Cenevizlilerin gemisiyle gelir ve hemen sıcak bir karşılama ile karşılaşır.
“Alanya'ya varınca halkın samimiyeti ve cömertliği karşısında hayrete düştüm. Beni Ahiler karşıladı; misafir olarak hanlarında ağırladılar, elbiselerimi yıkadılar, temizlerini verdiler.”
Bu karşılamada öne çıkan Ahiler, yalnızca bir meslek örgütü değil; aynı zamanda misafirperverliği, adaleti ve kardeşliği şiar edinmiş bir sosyal yapının temsilcileridir. Daha sonra göreceğimiz gibi, Anadolu’daki birçok şehirde benzer sahneler tekrar edecektir.
---
Alanya’dan sonra Antalya’ya geçer. Burası, kıyıdan içeriye açılan ticaret yollarının kavşağında yer alır. İbn Battûta burada özellikle pazarlardan, zanaatkârlardan ve tekkelerden bahseder.
“Her çarşının sonunda bir zaviye (tekke) vardı. Yolcular burada konaklar, yemek yer, dua ederdi. Bu vakıf düzeni halkın sosyal dayanışmasının temeliydi.”
Isparta ve Eğirdir bölgesinde tarım ön plandadır. Meyve bahçeleri, bağlar, arı kovanları seyyahın ilgisini çeker. Ayrıca halkın temizliği ve misafirperverliği dikkat çekicidir.
---
Bu bölgelerde sufilerle sık karşılaşan İbn Battûta, onların hem manevi rehberlik hem de sosyal hizmetlerde etkin olduklarını anlatır:
“Tavas’ta bir tekkeye konuk oldum. Şeyhimiz, yolcular için her gün yemek çıkartır, hasta olanların ilacını sağlar, yoksullara sadaka dağıtırdı. Bu insanlar yalnızca din adamı değil, halkın can damarıydı.”
Tavas ve Denizli bölgesinde kadınların da sosyal hayata katılımı dikkat çeker. Pazarda satış yapan kadınlar, seyyahın dikkatinden kaçmaz.
“Kadınlar, pazarda kendi ürünlerini satar, erkeklerle açıkça konuşurlar. Bu bana garip geldi; çünkü Fas’ta böyle bir şey görmek mümkün değildir.”
---
Muğla, Milas ve Barçın:
Bu bölgelerde göçebe Türkmen aşiretleriyle yerleşik halk arasındaki farklılıklar belirgindir. Seyyah, göçerlerin daha sade ama özgür bir hayat sürdüğünü yazar.
“Milas civarında konuk olduğum bir oba, beni at üstünde karşıladı. Çadırlarına buyur ettiklerinde sofrada et, ayran ve ekmek buldum. Türkler her yerde cömerttir.”
---
İbn Battûta’nın Konya izlenimleri kısa ama çarpıcıdır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi “şair şeyh” olarak anar:
“Konya’da büyük şair Mevlana’nın türbesini ziyaret ettim. Halk arasında çok saygı görür. Türbesi süslü, içi tütsü kokulu, insanlar dua etmek için akın ederdi.”
Ayrıca burada da Ahilerle karşılaşır. Konya’nın düzeni, dini kurumları ve medreseleri hakkında olumlu izlenimlere sahiptir.
---
İlk etapta İbn Battûta’nın en çok dikkatini çeken unsurların başında misafirlik gelir. Anadolu’da neredeyse her şehirde, yolcular için inşa edilmiş hanlar, zaviyeler ve vakıflar vardır.
“Yolda yürürken yorulmuş biri olsam bile, her birkaç saatte bir tekke ya da han görürüm. Su, ekmek ve yatak bedavadır. Bu halk, misafiri Allah’ın emaneti sayar.”
Bu yapı, 14. yüzyıl Anadolu’sunun sadece siyasi olarak değil, sosyal organizasyon açısından da nasıl bir olgunluğa eriştiğini gösterir.
İbn Battûta'nın ilk Anadolu izlenimleri, bugünkü anlamda “kültür şoku” sayılabilecek bir şaşkınlığı barındırır. Faslı bir kadı olarak alışık olduğu kapalı toplum yapısı yerine burada : Kadınların görünür olduğu, Ahiliğin toplumu sarıp sarmaladığı, yolculara sınırsız yardım sunulan, zaviye ve tekkelerin sosyal adaletin temeli olduğu bir dünya ile karşılaşır.
İbn Battûta, Kayseri’ye geldiğinde burada İlhanlılar adına vekil sıfatıyla hüküm süren Alaeddin Eretna’nın hanımıyla görüşür. Bu durum Anadolu’da kadınların siyasi mevkilerdeki etkisine dair ilk örneklerden biridir:
“Kayseri’de Alaeddin Eretna'nın hatunu ile görüştüm. Kendisi son derece akıllı ve devlet işlerine hâkimdi.”
Seyyah, şehrin refah seviyesini de över. Ahilerin burada da etkin olduğunu, hanların işlek, sokakların temiz olduğunu yazar.
---
Doğu Anadolu'ya vardığında, seyyahın dikkatini çeken en önemli şeylerden biri Türkmen kabilelerinin iç çekişmeleridir. Ancak buna rağmen bu toplumlar kendi içinde adaletli, misafirperver ve canlı bir sosyal yapıya sahiptir:
“Erzurum ve Erzincan’da birbirleriyle çarpışan Türkmen kabilelerine rastladım. Her biri bağımsız, kendi hukukuyla yaşayan halklardı.”
Erzurum çevresinde halk arasında Hanefî mezhebinin yaygın olduğunu, bunun günlük yaşama ve toplumsal ilişkilerde adaletli bir yapı sağladığını anlatır.
---
İbn Battûta için Anadolu kadınlarının toplum içindeki rolü alışılmadık derecede aktiftir. Faslı bir kadı olarak onun şahit olduğu bu durum, seyahatnamesinin belki de en dikkat çekici satırlarını oluşturur:
“Türk kadınları tıpkı bir akıncı gibi at koşturur, erkekler gibi konuşur ve pazarlık eder. Hatta bazıları erkeklerden daha atılgandır.”
Bu durum, yalnızca kadınların sosyal alanda varlığı değil, toplumun onları bu şekilde kabul etmiş olması bakımından da önemlidir.
—
Cenaze törenlerine dair çok ilginç detaylar da yer alır. Bu detaylar dönemin halk inancı, töreleri ve kolektif bilinç yapısına ışık tutar:
“Sinop’ta cenazeye katılanlar başlarını açar, elbiselerini ters çevirirlerdi. Mudurnu’da mezarlara ahşap çatı yapılırdı, uzaktan ev gibi görünürdü.”
Bu tür örnekler, Anadolu'da İslam öncesi geleneklerin İslami inançla harmanlandığını gösterir.
---
Seyyah, Anadolu’nun doğusunda da Ahiliğin güçlü şekilde etkili olduğunu, özellikle yolcuların, gariplerin ve dervişlerin her şehirde Ahiler tarafından karşılandığını tekrar tekrar vurgular.
“Ahiler, şehirlerin vicdanıdır. Hangi şehirde olursam olayım, beni ilk bulan bir Ahi olur; giyecek verir, yedirir, yatırır.”
Anadolu’daki bu sosyal sistem, yalnızca Müslümanları değil, gayrimüslimleri de koruyan bir yapıya sahiptir. Bu dönemde Anadolu’da çeşitli inanç gruplarının bir arada yaşayabildiği çok-kültürlü bir doku olduğunu anlıyoruz.
---
Erzurum’dan sonra Batı’ya tekrar dönen İbn Battûta, Birgi, İzmir, Manisa, Bursa, İznik gibi Batı Anadolu şehirlerine geçer. Bu rota, Anadolu'nun doğusunu batısına bağlayan tarihî kervan yolları üzerinde yer alır.
Her şehirde konaklamak için hanlar, yemek için vakıflar, barınmak için tekkeler bulunur. Bu altyapı ağı, seyahat etmeyi kolaylaştırdığı gibi tüccarları ve fikirleri de taşır.
İbn Battûta, Anadolu’nun doğusundaki yarı göçebe toplum yapısı, kadınların toplumsal yeri, savaş ve iç çekişmeler, tasavvufî hayır kurumları, töreler ve cenaze adetleri gibi konulara dair eşsiz gözlemler sunmuştur.
Doğu Anadolu'da dikkat çeken başlıca hususlar; Türkmenlerin kendi içinde özerk yapılarla yaşaması, kadınların ata binmesi, ticarete katılması, Ahi yapılarının doğuya kadar uzanmış olması, İslam öncesi kültürel unsurların devam etmesi, mezhep yapısının toplumsal düzeni sağlamadaki rolü olmuştur.
---
İbn Battûta’nın Batı Anadolu’daki gözlemlerinin en parlaklarından biri Birgi’dir. Aydınoğulları’nın başkenti olan bu şehir, hem siyasi hem de dini liderlerin merkezi konumundadır. Seyyah, burada Emir Umur Bey’in misafiri olur.
“Birgi, güzel binalarla donanmış, alim ve derviş dolu bir şehirdi. Burada Aydınoğlu Umur Bey’in misafiri oldum. Kendisi yiğit ve alçakgönüllü bir hükümdardı.”
Şehirdeki sosyal adalet anlayışı, medreseler, vakıflar ve tekkeler İbn Battûta’yı etkiler. Umur Bey’in dini liderlerle ilişkisi ve adalete verdiği önem, şehri ayakta tutan temel unsurlardandır.
---
Birgi’den sonra İzmir’e geçen seyyah, burada Hristiyan Haçlılar tarafından alınmış olan Gavur İzmir’i ve Müslümanların elinde bulunan İslâm İzmir’i anlatır. Bu dönem, Umur Bey’in Haçlılarla girdiği büyük mücadelelerin yaşandığı zamandır.
“İzmir ikiye bölünmüştü: Bir tarafında Haçlılar, diğerinde Türkler vardı. Umur Bey, Haçlılara karşı büyük kahramanlıklar göstermişti. Hatta denizden saldırıya uğradığında dahi halkını yalnız bırakmazdı.”
İbn Battûta, İzmir halkının cesaretinden ve dini bağlılığından övgüyle söz eder. Bu bölümdeki gözlemleri, o dönemdeki cihad anlayışı ve Müslüman-Hristiyan çatışmaları hakkında da kıymetli bilgiler içerir.
---
İzmir’den sonra Manisa'ya geçen İbn Battûta, burayı oldukça gelişmiş, zengin ve müreffeh bir şehir olarak tanımlar. Üzüm bağları, sebze tarlaları ve ticari hareketlilik onu etkiler:
“Manisa, refah içindeydi. Her hanede üzüm, incir, bal ve et bulunur. Halk temiz ve çalışkandır.”
Şehirdeki Ahiler, yine İbn Battûta’yı misafir eder. Ahilik burada hem ekonomik hem de dini liderlik sağlar. Yine her şehirde olduğu gibi zaviyeler, vakıflar ve tekkeler halkın sosyal güvenliğini sağlar.
---
İbn Battûta Bursa’ya geldiğinde şehir henüz Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin ardından yeni yeni büyümeye başlamıştır. Ancak Osmanlılar hakkında şu gözlemler önemlidir:
“Bursa’da düzen hâkimdi. Herkes görevini bilir, halk ile bey arasında adalet vardı. Osmanlılar, komşu beylikler içinde en çok saygı duyulanıydı.”
Bursa’da gördüğü hanlar, kaplıcalar, bedestenler ve pazarlardan çok etkilenir. Şehirde Ahi teşkilatının güçlü olması, pazardaki nizamı ve esnaf arasındaki yardımlaşmayı sağlar.
---
İbn Battûta’nın İznik gözlemleri de kıymetlidir. Şehirde çok sayıda cami, medrese ve derviş tekkesi olduğundan bahseder. Dini hayatın canlılığı, toplumsal düzenin temelidir:
“İznik'te her sokağın başında bir tekke, her mahallede bir mescid vardı. Halk beş vakit cemaate devam ederdi. Ahiler burada da bana sahip çıktı.”
İznik’te ilim ve tasavvuf hayatı iç içe geçmiş, şehir adeta bir kültür ve inanç merkezi haline gelmiştir.
---
İbn Battûta, Batı Anadolu şehirlerini gezerken bir yandan ticaret yollarını gözlemler. Bu dönemde Kervan yolları, sadece mal değil, bilgi ve inanç da taşır. Osmanlıların yönettiği bölgelerde yolların güvenliği seyyahı etkiler:
“Osmanlı topraklarında yolculuk emniyet içindeydi. Geceleri dahi korkmadan yürünebilirdi. Bu, sadece askerle değil halkın ahlakıyla sağlanıyordu.”
Bu ifadesi, devletin güvenlik anlayışı kadar toplumun ahlaki yapısına da bir övgüdür.
İbn Battûta, Batı Anadolu’dan kuzeye yönelerek Sakarya Vadisi üzerinden Geyve, Göynük, Bolu ve Kastamonu yoluyla Karadeniz kıyısındaki Sinop’a ulaşır. Yol boyunca Anadolu’nun hem doğal güzelliklerini hem de güvenliğini över:
“Bu vadiden geçerken yolculuk çok rahattı. Ne bir eşkıyaya rastladım ne de bir korku yaşadım. Her birkaç saatlik mesafede hanlar, tekkeler ve konaklayacak yerler vardı.”
Bu ifadeler, 14. yüzyılda Anadolu’da kurulan sosyal altyapının yaygınlığı kadar yol emniyeti konusundaki halk-idaresi işbirliğine de dikkat çeker.
---
İbn Battûta’ya göre Sinop, hem coğrafi konumu hem de ticari önemi bakımından Anadolu’nun en dikkat çekici şehirlerinden biridir. Şehir, deniz yoluyla Kırım ve Doğu Avrupa’ya açılan bir kapıdır.
“Sinop büyük ve zengin bir limandı. Gemiler buradan kalkar, Kefe’ye (Kırım) mal götürür, dönüşte kürk, kehribar ve buğday getirirdi.”
Şehirde gayrimüslim tüccarlarla Müslümanlar arasında barışçıl bir ticaret ortamı vardır. Ayrıca dini hayat da canlıdır; tekkeler, medreseler ve zaviye yapıları şehre yayılmıştır.
—
İbn Battûta, Sinop’ta cenaze törenlerinin çok farklı bir şekilde icra edildiğini yazar. Halkın cenazeye saygısı, ilginç sembolik davranışlarla gösterilir:
“Cenazeye katılanlar başlarını açar, giysilerini ters çevirirdi. Bu, ölünün dünyadan ayrılışını ve geridekilerin yasını sembolize ederdi.”
Bu uygulama, İslam öncesi Orta Asya geleneklerinin Anadolu’da hâlâ yaşadığını gösteren güçlü bir diğer örnektir.
---
Sinop’tan gemiyle Karadeniz’e açılan İbn Battûta, Kerç Limanı’na ulaşır. Bu bölge, Deşt-i Kıpçak olarak bilinen büyük bozkır coğrafyasının giriş kapısıdır. Burada Türk ve Tatar topluluklarla karşılaşır.
“Beni karşılayanlar Türkçe konuşuyordu. Giyim kuşamları, konuşmaları ve yemekleri Anadolu Türklerinden pek de farklı değildi.”
Bu gözlem, Türk dünyasının coğrafi genişliği ve kültürel sürekliliğini göstermesi bakımından önemlidir.
---
Kırım’dan sonra Sultan Muhammed Özbek Han’ın sarayına ulaşan seyyah, burada hayranlık uyandıran bir düzen ve ihtişamla karşılaşır:
“Özbek Han’ın sarayı tertipliydi. Divan toplantıları ciddiyetle yapılır, hanımları sosyal yaşamda etkindi. Kadınlar bu ülkede erkeklerle eşit kabul edilirdi.”
İbn Battûta, burada kadınların sosyal statüsüne dair ilginç gözlemler sunar. Özellikle Özbek Han’ın eşi olan Bizans prensesi Beylun’un yüksek statüsünü vurgular.
---
Seyyahın bir sonraki hedefi, bugünkü Sibirya olarak düşünülen "Arz-ı Zulümat" bölgesidir. Ancak bu bölgeye ulaşamaz; sadece halktan duyduklarını aktarır:
“Bana öyle bir yer anlattılar ki, orada yılın altı ayı karanlık, altı ayı gündüz olurmuş. Güneş oraya uğramaz, halkı kürke sarınırmış.”
Bu anlatı, Türk-İslam mitolojisinin coğrafi hayal gücünü yansıtan eşsiz bir örnektir.
—
İbn Battûta’nın Anadolu’daki seyahatinde en çok vurguladığı şeylerden biri Ahilik teşkilatıdır. Ahiler yalnızca birer esnaf birliği değil, aynı zamanda toplumun ahlaki, ekonomik ve sosyal direğidir. Her şehirde Ahiler seyyahı karşılamış, misafir etmiş ve destek olmuştur:
“Hangi şehre varsam ilk karşılayan Ahi olurdu. Beni haneye davet eder, giysi verir, yedirir, yatırır, ertesi gün yol azığı verirlerdi.”
Ahiliğin bir tür sivil toplum organizasyonu olarak işlediğini, halkı sadece ekonomik düzlemde değil, dini ve kültürel olarak da birleştirdiğini anlıyoruz.
---
İbn Battûta Anadolu’da tasavvufi yapıları, yani tekkeleri ve zaviyeleri, her adımda görmüştür. Bu yapılar yalnızca zikir yapılan ibadethaneler değil; yolcular için konaklama, hastalar için şifa, yoksullar için aşhane gibi işlevler görmüştür.
“Birçok şehirde, zaviyelerde konakladım. Dervişler hem maneviyatla ilgileniyor hem de halkın dünyevi ihtiyaçlarını karşılıyordu.”
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin etkisiyle, Konya başta olmak üzere Anadolu’nun büyük bölümü sufî bir dokuya sahiptir. Mevlevîlik, Bektaşilik ve diğer tarikatlar, halkın hem ruhunu hem bedenini besleyen kurumlardır.
---
Faslı bir kadı olarak İbn Battûta için Anadolu’da kadınların toplumsal yaşamda bu denli aktif olması büyük bir şaşkınlık konusudur. Onun gözlemleri, kadınların sadece aile içinde değil; pazarda, at üstünde, siyasette ve dini yaşamda da etkin olduğunu gösterir:
“Kadınlar erkeklerle eşit konuşur, pazarlık eder, at biner, ticaret yapar. Böyle bir duruma ilk kez şahit oldum.”
Bu durum, Anadolu’nun göçebe kültüründen gelen özgürlük anlayışıyla, İslam’ın sunduğu dini çerçevenin birleştiği bir sosyal zemini yansıtır.
---
Anadolu’nun doğusunda daha belirgin şekilde gözüken bir diğer toplumsal gerçeklik, göçebelik ile yerleşik yaşam arasındaki gerilimdir. Erzurum, Erzincan ve civarında yaşayan Türkmen kabileleri, yerleşik beyliklerle zaman zaman çatışma hâlindedir.
“Kabileler kendi hukuklarına göre yaşar, kendi beylerine bağlıdır. Aralarında çarpışmalar olur ama misafirlerine karşı son derece cömerttirler.”
Bu yapı, Anadolu’nun bir yandan şehirleşme sürecinde olduğunu, diğer yandan bozkır kültürünün hâlâ canlı olduğunu gösterir.
---
İbn Battûta Anadolu’da Hanefî mezhebinin yaygın olduğunu birçok yerde vurgular. Bununla birlikte, dervişlerin serbest yapısı, halkın ibadetle olan ilişkisini daha esnek ve samimi hale getirir.
“Türkler temizdir. Namazlarına devam ederler. Dervişlerine saygı duyarlar. Kadınları da din konusunda bilgili ve uygulayıcıdır.”
Cuma namazlarına topluca gidilmesi, camilerin mahalle içinde olması, tekkelerde cemaatle ibadet edilmesi gibi örneklerle sosyal ibadet bilinci oldukça yüksektir.
---
İbn Battûta’nın gözlemlerinden bir diğeri, Anadolu halkının geleneksel uygulamalarını İslamî formla birleştirmiş olmasıdır. Özellikle cenaze törenleri, mezar yapıları ve yas tutma biçimleri, Orta Asya’dan gelen törelerin hâlâ yaşadığını gösterir:
“Mudurnu’da mezarlara çatı kondurulmuş, ev gibi duruyordu. Sinop’ta cenazeye katılanlar başlarını açar, giysilerini ters çevirirdi.”
Bu uygulamalar, Anadolu kültürünün tek biçimli değil, çok katmanlı bir dokuya sahip olduğunu gösterir.
---
İbn Battûta’nın seyahatnamesi, Anadolu için övgü dolu satırlarla kapanır. Onun için bu topraklar:
Misafirperverlikte zirvede,
Kadınların en özgür olduğu İslam coğrafyası,
Tasavvufun toplumsal şemsiye gibi işlediği yer,
Ahiliğin en güçlü olduğu bölge,
Ve Müslümanlarla gayrimüslimlerin iç içe yaşadığı bir medeniyet alanıdır.
“Türkler nazik, cömert ve cesurdur. Kadınları bilgili ve serbesttir. Tüccarı dürüst, dervişi halimdir. Bu topraklarda kendimi asla garip hissetmedim.”
---
İbn Battûta’nın seyahatnamesi, Anadolu’yu yalnızca bir coğrafya olarak değil, bir kültür, insan ve medeniyet mozaiği olarak tasvir eder. 14. yüzyılda Anadolu:
İslam dünyasının en misafirperver bölgesi,
Kadının en görünür olduğu İslam toprağı,
Tasavvufun sosyal devlet işlevi gördüğü bir yapı,
Göçebe ruhla şehir düzeninin iç içe geçtiği bir zemin,
Ve bir seyyahın “kendini evinde hissettiği” bir coğrafyadır.
Yorumlar
Yorum Gönder